Neden Yazıyorum?
Otururken, yürürken, uyurken kimi açıktan açığa kimi belli belirsiz bir etkenlik, bir devinme, bir eylem: yazı, yazı. .. Hep yazıyorum, yazmaktayım – yazmak çalışmak, çalışmak yazmak. Çalış, çalış! Başka n’olabilir ki, şimdi de yazıyorum: bu kez kendi yazarlığım gündemde; özüme özgü çalışmaya yönelik bir çalışma bu.
Çok kimsenin tuhafına gidecektir söylediklerim. Haksız da değiller. Her yanda rastlanan bir şey yazı, herkesin yapabileceği bir şey yazmak, yazmaktan daha yaygın ne var. Al eline kalemi, gezdir kağıdın üzerinde, oldu bitti işte. Zamanlar değişti, elektronik çağındayız, diyenler de geçsin bilgisayarlarının başına,- göz açıp kapayınca ya dek yazı-çizi karşılarında.
Yazının nerdeyse kendiliğinden pıtrak pıtrak ürediği bir yaşama-ortamında, yazma ile çalışmayı birbirine eş kılmayı gel de yadırgama. Özellikle yazmayı, en çok da yazarlığa özgü yazmayı esinle bir tutanlar böyle düşünüyorlar. Ne de olsa, onlara göre, bir esin gelip alır götürür, n’olduğunu anlayamadan bakarsın ki yazıvermişsin,- çalışma ile ne ilgisi var bunun.
Oysa benim için bambaşka bir şey yazmak. Yazarca etkenliğimi, upuygun olduğu inancıyla, çalışma diye nitelemekten yanayım. Yalnızca kalemle kağıda eğildiğim zamanları iyi-kötü verimleriyle belirtmez “çalışma”; yazma işlemi nice öncelerden nice sonralara uzanıp gittiğine göre, geniş kuşatımlı bir çalışmadır benim yazmam. Tuhaf kaçsa da, yeniden söyleyeceğim: içiçe zamanlar kapsayan bir çalışma süreci diye anlıyorum yazarlığımı. Ola ki şaşırtıcı bu saptama; benim gerçeğim bu ama. Bu, her yazarlığın gerçeğidir kanısındayım. Nesnelce ortaya çıkan yazıya sonradan çevrilenler için de, yazıyı baştan beri çekip çevirenler için de bu böyledir.
Şimdi burada, genele yönelik bir bakıştan çok, ayık bir bakışta kendime odaklandığıma göre, birkaç önemli özelliğin altını çizeyim, diyorum. Böylece, oluşumu yapısıyla kendi yazarlık etkenliğime epeyce aydınlık sağlayabileceğim inancındayım. Bu arada başkalarının yazarlığı da belli bir aydınlık kazanabilir. Erişmek istediğim aydınlığa erişebilir miyim, bilmiyorum. Yazmaya başladığım ilk yıllardan beri hep içimde sözünü ettiğim bu aydınlık özlemi. “Yazı” diyebileceğim ilk yazılarımı on dört on beş yaşımda yazdığıma göre, bir bakıma, kendimi bildim bileli aydınlık özlemiyleyim. Beni yazmaya iteleyen şey bu özlem; onsuz yazamazdım gibime geliyor. “İşte kavuştum aydınlığa, siz de buyurun” aşamasında bir tutumdan uzak mı uzağım gene de bugün.
Anlayış ve yaşayışım uyarınca, yazmak çalışmak olduğuna göre, ayrıcalıksız her çalışma gibi enerji gerektirdiği için yorgunluğu birlikte getirir. Yorgunluğa katlanamayan yazı yazamaz. Buysa bazı sıkıntıları göze almak demektir. Seve seve üstlenmekteyim hepsini. Tatlı mı tatlı bir uğraş olarak yaşarım yazarlığımı. Yazma zamanlarının nasıl geçtiğini duyumsamıyorşum gibi bir yol tutturur giderim. Yazma uğraşım beni ne denli çapraşık sorunlarla karşı karşıya getirirse getirsin; sorular benden ne denli dolambaçlı yanıtlar beklerse beklesin; soru sonralarına ne denli çözüm-onarım gerekleri sarkarsa sarksın, dinçliğimden pek bir şey yitirmem,- yeter ki sürsün uğraşım. Hele yazıyı belli bir kıvama eriştireyim, çökük omuzlar diye bir şey yoktur yaşama gündemimde, hafifçecik omuzlu biriyimdir. Ne var ki buna bakıp yazmanın çalışma olmadığı yanlışına kaptırmam kendimi. Kuşkusuz, bir çalışmadır yazmak, – hem de nasıl. Gerektirdiği dizi dizi çabalar ile yorgunluklara karşın, her çeşit yorgunluğu ortadan kaldıran kendine özgü bir çalışmadır kuşkusuz.
Yazarlık çalışmamın bir özelliği de şu: bir şeyler yapmaktır yazarlık; biçimlemektir, işlemektir, ortaya koymaktır. Bu da algılanır birtakım “amaçları”, bir “malzemeyi” biçimlemekle gerçekleşir. Neyi işliyorum ben yazarken: dili, dilimi. Nitekim şimdi burada belli adı, konumu olan bir dil-ortamında kotarıp sergilemekteyim yazı çalışmamı. Dille bir çalışma yazarlığım. Duvarcı olsaydım, elimin altındaki taşla, tuğlayla, demirle, kumla örerdim duvarımı. Durum gerektirince de, sözgelimi, harcını karar, kendim hazırlardım malzememi. Böylece duvar, bazı tek tek şeyleri belli doğrultularda yan yana üst üste getirmenin bir sonucu olurdu. Duvarcı değil de yazar olduğuma göre, her biri dilimin ögesi olan sözcüklerle benim işim. Duvarcı için mala, çekül, harç neyse, benim için de sözlük, dilbilgisi o. Yaptığım çalışma, özetle, dil içinde sürdürdüğüm kısa-uzun dönemler boyunca: bazı anlamlı ses-söz bütünleriyle, sözcük-birliktelikleriyle, bazı sözel düşünce ayırımları ve derleyip toplamalarıyla yürüttüğün yazarlık çalışmasıdır. Bu arada yazarlık amacım gerektirdiğinde, gücümün elverdiği oranda kuşkusuz, dilime, gene dilimden aldığım güç ve esinle, bir şeyler katma işine yöneldiğim olur.
Gözden yitiremeyeceğim bir yazarlık özeliğime de parmak basayım: yazma işi seyrek gerçekleştirdiğim bir uğraş değil benim için. Gelip geçici bir hevesin itelemesiyle arada bir kalemi kağıdı eline alıp bir şeyler karalayan biri gözüyle bakmam kendime. Özde önemli başka işlerin gerginliğini atmak; zaman öldürmek amacıyla oyalanmak türünden bir uğraş değil yazarlığım. Tüm yaşama-zamanımı boydan boya kaplayan; önem yönünden temel önemli bir uğraş benim için. Yaşamımda birbirini izleyen irili ufaklı yapıp etmelerin, hep bu temel çalışmaya oranla değer, önem ve ağırlığa bürünmekte. Öyle bir etkenlik, öyle bir uğraş ki, böylesi bir çalışmadan öte yaşamım yok; tasarlayamıyorum da.
Yazarlığımın örgülediği bu sözünü ettiğim yaşam çalışması, olanca varlığım benim. Kendi kendimi yanıltmamak için, azıcık belirteyim: Bu yaşam çalışmasının tabanı, taşıyıcısı, güdeni ben kendimim, çalışma dayanağım benim kendimde. Orası öyle de, yazma varlığım her yönüyle bende temellenmiyor. Çünkü benden önce var olagelen “yazı” diye bir insan-kültürü dayanağım, bir kültür kazancım olmasaydı; dolayısıyla da benden önce gelen nice kişiler kuşaklar yazı yazmasaydı; yani yazı bulunmasaydı, yazarlığım, yazarlık çalışmam, yazarca yaşamam diye bir şeyin sözünü edemezdim. O zaman, bir bakıma, ben de var olmayacaktım. Buysa, yaşama-varlığını yalnız çıplak doğuma değil, yazarlığıma da borçlu olduğumun açık-seçik kanıtı. Gel gör ki, hiç akıldan çıkarılmaması gereken temel bir gerçeklik olmakla birlikte, bu kişisel temellerin temelindeki evren-kültür gerçekliği, çoğun, yazarlarca unutulur. Bense, özümü nasılsam öylece tanıyabildiğim kadar tanıma doğrultusunda çırpındığıma göre, yazarlık çalışmamın kültür-tarih dibini anmadan edemem.
Hızla belirttiğim bütün bu belirlenimler, yalnızca yazarlığıma ilişkin varlık-durumuma aydınlık serpmekle kalmıyor, tüm yaşamımla kendimi anlama isteğime de, hiçbir zaman gözden yitirmeyeceğim, belli bir aydınlık sağlıyor. Şöyle ki, yazarlık çalışmamı bilmem: kendimi bilmemin ayrılmaz bir parçası benim için. Bu çalışmayı anlayıp araştırmadan, önümü ardımı, şimdi mi geleceğimi anlayamayacağım kanısındayım. Yürekten bir sarsılmazlıkla inanıyorum buna. Onun içindir ki, yaşama-yazma ‘çalışmamı’, gücüm nerelere dek götürürse oralara dek kavuşturmak isteğindeyim. Bir ölüm-kalım istenci bu benim için.
Nermi Uygur
Denemeli Denemesiz
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Aralık 1999