Ah bir bilseniz, ah bir bilseniz insanın içinde kaç siyah gökyüzü var? Kaç yaralı kuş? Kaç umutsuzluk biriktirmiş insan ve kaç intihar? Kaç ölüm?
Ah...
hüzün kıyılarında akşamlar
sert bakışlar, komşu yürekler
bir oyuncağın en yetişkin halinde…
parmak uçlarında derin cümleler.
hareketsiz, koşmaya meyilliler.
sonra aşk kadar,
sonra anlatılmamış düşler kadar zaman!
boğazımızda nefes kesen bir...
akşamım, sabahım
günüm, günlerim var.
ve “O”
acıkan, doyan
ama acısı duyulan anlarım var.
ve “O”
yollarım, yolcularım
hallerinden memnun cam kenarındakiler,
arta kalan camda gördüklerim var.
ve “O”
uzak, yakın mesafelerim
sessiz, sedasız sohbetlerim...
Çocukluğum sanki onun göğsünde kabarmıştı.. Sınırlarımı aşarcasına huzurluydum. Kokusu ciğerlerime öyle işlemişti ki, sanki herkes onun gibi kokuyordu...
Gitmemesi gerekiyordu...
İkimizin de tek dileği buydu.
Ama elimizden...
Virajlı bulvar panolarındaki genel resimlerden kaçıyorum. Yere çömelmişken, başımı kaldırıp yüzüne bakmamışlıklarım vardı. Şimdi, belirsiz niyetler besleniyor. Resmi bir dans, ilmühaberleri eksiksiz teneke midyesi....
Saçmalık nedir bilir misin? Kendinle kaldığında tanrıyla konuşmaktır... İşte aşk bu kendi kendine konuşmanın en garip ve meşrulaştırılmış halidir... Onu saçmalıktan kurtaran şeyse sadece...
Otuzuncu yılın dördüncü ayında, ayın beşinci gününde efendisinin sevgili kulu Hezekiel’e, Allah’ın izzeti bir rüyet olarak göründü. Allah’ın izzeti bütün açıklığıyla dört sûrette göründü....