Ana SayfaOkültizmSemavi Dinler ve Çelişkileri‏ -II-

Semavi Dinler ve Çelişkileri‏ -II-

Kuran sadece Arapça yollandığına göre Allah’ın ataları ya Arap olmalı ya da Arapları diğer insanlardan daha çok sevmiştir. Her gün ibadet ettiğin tanrı neden size kitabını anlayacak şekilde yollamadı hiç düşündünüz mü? Veya bu Muhammed’ in Arap olmasından ileri gelmesin? Bu bölümü incelediğinizde bile birçok mantık hatası bulabilirsiniz.

Kuran kadar akla, mantığa ters düşen başka bir kitap sunabilir misiniz? Kuran baştan başa çelişkilerle doludur ki o çelişkileri burada yazarak kirlilik yaratmak istemiyorum ama eğer isterseniz nokta nokta tüm ayrıntılara kadar yayınlayabilirim.

Sanırım size İslam tarihini kuranın ortaya çıkışını bir daha hatırlatmak zorundayım, siz ya İslam ve genel inanç tarihini bilmiyorsunuz ya da karşınızdaki insanların bunu bilmediğini zannediyorsunuz. Kuran Muhammed tarafından yazılmadan önce eşsiz kitaplar mevcut olmuştur ve hala günümüze kadar müzelerde tutulmaktadır.

Sümerler M.Ö 6000 dolaylarında Mezopotamya’ya gelip yerleşmişler ve orada izleri zamanımıza kadar ulaşan büyük bir uygarlık geliştirmişlerdir. Bu uygarlığın en önemli buluşu tekerlek ve dillerine göre bir yazıdır. Sümer çivi yazılarıyla yazılmış olan yazılarda kozmik doktrinden bahsedilmektedir.

Kuran’da kozmik doktrinden eser bile yoktur.

Şimdi de geldik İslam dininin ve Kuran’ın alıntı olması konusuna…

Sümer dini çok Tanrılı bir dindi. Fakat inanç ve dini işlemlerde tek Tanrılı dinlere büyük etkileri olduğu anlaşılıyor. Tanrı’nın yaratıcı ve yok edici gücü, Tanrı korkusu, insanların Tanrı tarafından yargılanması, Tanrılara yaranmak için kurbanlar verilmesi, törenler, dualar, tütsüler, ilahiler, çalgılarla Tanrı’yı sevindirmek, iyi ahlaklı, saygılı olmak ve temizlik, Sümer inanışlarının temeli idi. Bunlar tek Tanrılı dinlere de geçmiştir.

Sümerlilere göre Tanrılar şehirleri ve bütün kültür varlıklarını meydana getirip insanlara vermişlerdir. Aynı düşünceyi Kuran’da da buluyoruz. Allah’ın insanlara elbiseler yaptığı (Araf: 26), dağlara barınaklar, sıcaktan koruyacak elbiseler, savaştan koruyacak zırhlar (Nahl: 81) ve gemileri (Yasin: 82) yaptığı yazılıyor. Sümer’de Tanrılar “ol” deyince o şey olur. Yasin: 82’de “Allah’ın yaratmak istediğine ‘ol’ demesi yeterlidir.” denmektedir.

Sümer’de Tanrılar istediklerini yok ederler. Ordular Tanrılarındır. Aynı düşünceyi Kuran’da da (Enfal: 17) savaşta insanların değil, Allah’ın öldürdüğü, atılan öldürücü silahların Allah tarafından atıldığı yazılı.

Sümer Tanrıları kızarsa kendi ülkelerini bile yakıp yıkarlar. Tevrat’da, Yahve yani (Yehova) nın insanlara kızarak onlara yok edici felaketler verdiği, komşu devletleri İsrail’in üzerine saldırttığı bildirilmektedir.

Kuran’daki birçok sure içinde Allah’ın çeşitli milletleri nasıl yok ettiği sayılmaktadır. Bunların bazıları kasırga, bazıları dondurucu soğuk ile ortadan kalkmış (Ankebut: 38, Furkan: 38, Hace: 44, Akkaf: 27, Muhammet: 13, Fussilet: 13.. bunlardan birkaçı)

Sümer Tanrılarının gök yüzünde Duku denilen toplandıkları yerleri, kürsüleri vardı. İsraillilere göre de Tanrı’nın gökte sarayı ve etrafında bir çok yarattıkları var. Kuran da 26 ayette Allah’ın Arş’da, etrafında melekler, cinlerden oluşan bir toplulukta oturduğu yazılı. Arş’da saray demek.

Sümer’de Krallar yeryüzünde Tanrıların vekili sayılıyor. İslam’da da halife Allah’ın gölgesi, vekili idi. Papa da öyle. İslam’a giren kadınların başlarını örtmeleri Sümer mabet fahişelerinin simgesiydi.

Sümerliler dünyadaki olayların ve Tanrı isteklerinin yıldızlarda yazılı olduğuna inanırlardı. Burue: 17-18, Nemi: 75 ayetlerinde Kuran’ın ve diğer olayların gökte Levh-i Mahfuz’da yazılı olduğu bildiriliyor.

Sümer’de sosyal adaleti koruyan Tanrıça senede bir kez insanları, o yıl içindeki davranışlarını göre yargılar. Bu inanış İslam’a Şaban ayının on beşindeki Beraat Kandili olarak girmiş.

Sümerliler dini törenlerini ayın görünüşüne göre yaparlardı. Tek Tanrılı dinlerde de öyle.

Sümer’de her şahsın ve ailesinin kendilerine özgü bir Tanrısı vardı. Onun görevi onları korumak isteklerini büyük Tanrılara iletmekti. Kuran’da (Kaf: 17-18) “ hiç kimse yoktur ki, onun üzerinde bir koruyucusu ve denetleyicisi bulunmasın ” denmektedir.

Tevrat ve Kuran’da bulunan evrenin, insanın yaradılışı, Havva’nın Adem’in kaburgasından var edilişi, Habil Kain cinayeti, Cennet’ten Kovulma, Tufan, Babil Kulesi, Tek Dil, Eyüp Peygamber, konuları hep Sümerliler ‘den gelmektedir.

Bunlardan başka Kuran’daki Harut Marut Melekleri ile ilgili konu,
Tevrat’taki Süleyman’ın “ Şarkılar Şarkısı “ bölümü (2),

İbrahim Peygamber’in karısı Sara’yı Firavun’a sunma hikayesinin de Sümerlilerin bereket kültünü oluşturan Kutsal Evlenme Törenlerinden kaynaklandığı son yıllarda anlaşıldı.

Kuran’da her konu ayrı ayrı çok yüzeysel çeşitli surelerdeki ayetlere dağılmış ve birbirlerine bağlantısız olarak yazılmış.

Yaratılış: Her üç dinde de evren büyük bir su, Ondan bir dağ çıkıyor, ikiye ayrılıyor. Üstü gök, altı yer oluyor. İnsan çamurdan Tanrı görüntüsünden yaratılıyor. İlk yaratıldığına inanılan “ Adam “ ın anlamı da “ Kırmızı Toprak.” Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratılması ve Cennet’ten kovulmaları da bir Sümer efsanesinden geliyor:

Kuran’da Aden Bahçeleri olarak tanımlanan Sümer’in Tanrılar Bahçesi Dilmun’da, Yer Tanrıçası 8 bitki yetiştiriyor. Bunların koparılması yasak. Fakat Bilgelik Tanrısı dayanamayıp tatlarına bakıyor. Buna çok kızan Tanrıça, Tanrı’yı lanetleyerek yok oluyor. Bunun üzerine Bilgelik Tanrısı ölüm derecesinde hastalanıyor. Büyük zorluklardan sonra Tanrıça bulunarak Bilgelik Tanrısını iyi etmesi için ikna ediliyor. Tanrıça hasta olan 8 bitkiye karşı 8 organı için 8 Tanrı ve Tanrıça yaratıyor.

eski-misir-ve-kuran

Son olarak Tanrı’nın kaburgasını iyi edecek bir Tanrıçadır. Adı da “Kaburganın Hanımı” anlamına gelen “Ninti” dir. Burada Nin – Hanım, Ti ise Kaburga demektir, ‘Ti ’ nin bir anlamı da “ Yaşam “ dır. Eğer isme buna göre anlam verirsek “ Yaşamın Hanımı “ olur.

Bu efsane Tevrat’a geçerken Tanrıça kaburgadan yaratılan kadın olmuş, Kaburganın Hanımı anlamına gelen ad yerine de Yaşamın Hanımı anlamına gelen Havva adı konmuştur. Burada Tanrıların Bahçesi, yani Cennet, yasak meyve, meyveyi yiyen erkek Tanrı, kaburga ile ilgili kadın (Tanrıça) ve Tanrı’nın yasak meyve yiyip lanetlenmesi Tevrat hikayesine tamamıyla uymaktadır.

Kuran’da ne Havva’nın adı, ne de kaburgadan yaratıldığı yazılı. Cennetten Tevrat’taki gibi yılan değil, şeytan çıkartıyor onları. Yasak ağacın adı “ Sonsuzluk Ağacı.”

Adem’in çocukları Habil Kain (İslam’da Kabil) Hikayesi: Tevrat’a göre Habil koyun çobanı, Kain çiftçi. İkisi üzümlerinden Tanrı’ya sunuyor. Tanrı Habil’in getirdiğini beğendiği için kardeşi Kain onu öldürüyor. Konu Kuran’da Maide 27-31’de, ne çocuklarının adları, ne getirdikleri yazılıyor. Hadislerde de bol bol ve çeşitli şekillerde anlatılmış.

Şimdide Allah’ın kökeni nedir, ortaya çıkış tarihi nedir bir de ona bakalım;

Ay Tanrısı: Al-İlah (Allah)

Al-ilah

Sıfırı sonsuza böldüğümüzde tanımsız çıkar. Yani olmayan bir şeyi sonsuzlukta var edemezsiniz. Epikür MÖ. 300 yıllarında şöyle der: “atom yoktan var, vardan yok edilemez.”

Bu sözü yüzyıllarca sonra Lavoisier (1743 – 1794) söyleyecek ve bu, bir nesnenin kanunu haline gelecektir.

“Madde/atom/nesne vardan yok, yoktan var edilemez” dediğimizde karşımıza tanrı veya tanrıların insan ağzı ile bize söylediği varsayılan “var eden tanrıdır” sözü çıkmaktadır.

Peki bir insan atomu yok veya var edemediği ve bunu bildiği halde neden yalanların batağına saplanır. Düşünen, dürüst insan var olan doğruları kolayca onaylar; çünkü amacı doğruya ulaşmaktır. Bu doğrunun önünde tanrı bir engel oluşturuyorsa düşünen insan için tanrı kavramı/olgusu, doğru bir kavram/olgu değil demektir.

Sonuç olarak bilimsel gerçeğin karşısında duran her engel düşünen insan için de engeldir. Bu engeller kaldırılmalı ki gerçek mutluluğa erişebilelim. Yoksa bireycilerin mutsuzlar üzerine kurduğu yalan mutluluklar toplumu mutsuzluğa sürüklemeyi sürdürecektir.

Gökte bulunan her ışık yıldız değildir. Bazıları güneş siteminde bulunan gezegenlerdir. Binlerce yıl önce gökyüzüne bakanlar öteki ışıklara göre beş yıldızın daha güneş batmadan göründüğünün ayrımına vardılar. Bu beş ışık, güneş sistemine bağlı gezegenlerdi. İki ışık daha vardı: Güneş ve Ay. Oldu 7 ışık… Bu yedi ışık uygarlıkların doğuşuna eşlik ederek gök yüzünde dolandılar. Her millet bu ışıklara başka anlam yükledi.

Örneğin; Araplarda Ay, Allah; Güneş ise Peygamberdir. Aslında tam tersinin olması gerekiyor. Ama Araplar güneşin aydan daha büyük olduğunu bilmedikleri için Ay’a Allah derlerdi. Yani güneşin daha büyük olduğunu bilselerdi bu kez Güneş, Tanrı; Ay ise Peygamber olacaktı. Ancak o dönemin tekniği buna olanak vermiyordu. Bu Ay, bugün camilerin kubbelerinde bir simge olarak durmaktadır. Yine Araplar bu ışıklara (yıldızlara) bakarak gökyüzünün 7 kat olduğunu sandılar. Araplardan yüzyıllar önce Babilliler bu 7 ışığa bakarak haftayı 7 gün olarak belirlemişlerdi.

Arapların yıl takvimi Ay’a göredir. Ay’a tapımdan gelen Ay takvimi ortalama 354 gündür. Hicri sene, Miladi seneye göre her yıl 10-11 gün evvel, başlamaktadır. Oysa binlerce yıl önce Mısırlılar Bugün kullandığımız takvimi yani 365 gün olan güneş takvimini kullanmaktaydılar. Mısırlıları güneş takvimine iten neden tarım olmuştur. Çünkü nil her yıl taşmakta ve bu da tarımı olumsuz etkilemekteydi. Bunun önüne geçmek için, taşma gününün belirlenmesi gerekti. Oysa Araplar çöl ortamındaydı ve üretim değil ticaret yapıyorlardı.

araplar

Güneş takvimi onların pek de işine yaramıyordu. Onların işine yarayan para/altın idi ve bu da ancak Tanrıdan istenirdi. O yüzden doğru olan güneş takvimi yerine, yıl ile hiç de ilgisi olmayan Ay takvimini kullandılar. Oysa Araplar zeki insanlardı ve gerçeğe erişmeleri çok da zor değildi. Ancak çöl yaşamı, üretime katılmamak, boş boş gezmek Arapları gerçeklerden alıp düşlere götürdü ve yüzyıllardır bu düşler aynı biçimde sürmektedir.

British müzesinde Babil bölümünde bölüm B de 3-4 heykel ve onların önünde 1 heykel şeklinde heykeller vardır… Arkadaki 3-4 heykel ellerini müslümanların dua ederken açtıkları gibi açmış önlerindeki “ay tanrısına” dua ediyorlar bunun ismi Al-ilah.

Al-ilah’ın kızları Al-lat, Al-uzzat-Al-Manat ta bu 3 yıldız olarak simgeleniyordu.
(1. The archeology of World religions, Jack Finegan, 1952, p482-485, 492)

Mısırlıların “sin” adını verdiği (bkz. Kur’an’daki Yasin suresi) ve eski putperest Arapların ise “AL-ILAH” adını verdikleri ay tanrısı AL-ILAH ve onun 3 kızı Al-LAt, Al-Uzza,Manat.

Muhammed, 360 puttan en güçlüsü olan Ay tanrısının ismini alıp tek olduğunu söylüyordu. ‘’Al-ilahtan başka ilah yoktur’’ Muhammed böylece Al- İlahı tek tanrı olarak ilan etti ve diğer putlara tapınmayı yasakladı.

Alttaki ayette Muhammed’in sadece ‘’Ay tarısı al-ilah’ı’’ Tanrı kabul etmesinin kanıtıdır. Bu ayette al-ilah’tan başka Tanrılarında olduğunu bunu putperest Arapların kabul ettiklerinin ve Muhammed’in Tanrılar arasında ayrımcılık yaptığının kesin kanıtıdır!!!

İsra Suresi’nin 42. ayetinde şöyle yazılıdır:
“De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilahlar, arşın sahibi olan Allah’a ulaşmak için çareler arayacaklardı” (İsra Suresi, ayet 42).

Alttaki ayetten de anlaşılıyor ki putlar sadece Allaha yaklaşmalarını sağlayan objelerdir. Putperestler şöyle derdi: “Biz onlara ‘Bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye’ kulluk ederiz.” (Zümer, 39/3) Putlar daha çok gök cisimlerinin simgeleridir.

İslamiyet öncesi Arap paganlarının ilginç gelenekleri vardı. Bunlar ramazan dedikleri ayda bir ay oruç tutarlar, Mekke’ye hacca gidip Kabe’nin etrafında yedi kez dönerler ‘’kara taş’’ Hacerül Esvedi öperler ve günde dört veya beş vakit namaz kılarlar, şeytan taşlarlardı. Kabe’nin M.Ö 8. yüzyılda putlar için; yada kare, dikdörtgen yapılar Güneş kültüdür, bu sebeple yapıldığını uzmanlar söylemektedir. Müslümanlar Kabe’yi İbrahim Peygamberin inşa ettiğini daha sonra putperestlerin Kabe’yi putlarla doldurduklarını belirtirler. Acaba Muhammed’in Tanrısı kendi evinin 1500 sene boyunca putlarla doldurulmasına nasıl müsaade etmiştir? İlginç..

Tüm dinler diğer komşu dinlerden etkilendiği gibi uygarlıkların kültürleri de diğer kültürlerden etkilenmiştir. Eski Babilonya’daki Ay isimlerinden bazıları Arap kültürüne geçmiştir. Buradan çıkaracağımız ders şudur; uygarlıklar diğer kültürlerden bilgi olarak etkilendiği gibi dinsel olarak da etkilenmiştir bunu açık olarak görmekteyiz.

Babillilerin 12 aydan oluşan ve Ay’ı temel alan takvimleri bulunmaktaydı (1 yıl 354 gün). Günü 12 eşit parçaya bölmüşlerdi. 1 saat 60 dakika, 1 dakika ise 60 saniye olarak kullanılıyordu. 7 günden oluşan hafta kavramını oluşturdular. Yılın başlangıcı İlkbahar ılımıdır.

Hammurabi döneminde kullanılan ayların isimleri sırasıyla (Alttaki ay isimlerinden bazılarını Araplar ve biz Türklerde kullanırız) Tebet, Sebut, Adar, Nisan, Iyyar, Sivvan, Tammuz, Ab, Elul, Tisri, Marchesvan, Kislev…

Araplarda 12 aydan oluşan Ay takvimini kullanmaktadır. Ayrıca İslamiyet’te ibadet saatleri güneşe göre düzenlenmiştir, her istediğiniz zaman Allah’ınıza secde edemezsiniz, oruç tutamazsınız. Burada dahi Ay ve Güneş kültünün etkisi ortadadır.

Cahiliyye Devri Şiirlerinde Allah

Cahiliye devri Araplarının Allah’ı bilip bilmediğini alttaki şiirler bize net olarak ifade ediyor.

Arabın birinin bir şiiri:
و باللهِ إنً اللهَ منْهُنً أكبرُ
و باللاًتِ و العُزًى و مَنْ دانَ دِينَها
Lât’a, ‘Uzzây’a ve onlara ibadet edenlere and içerim, Allah’a da; çünkü Allah, onlardan daha yücedir. (İbnu’l-Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, s. 13.) (trc. Beyza Düşüngen)

Ama putuna da yemin ediyordu:
و ما سُحِقـَتْ فيهِ المَقـَادِمُ و القـَمْلُ
حَلـَفـْتُ بأنـْصـابِ الأقـَيْصِرِ جاهِداً
Ukaysır’ın kutlu taşlarına, başların ve bitlerin kazıldığı (hacıların tıraş olduğu) yere andiçerim.
(İbnu’l-Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, s. 13.)

Hac ve umre yaparlarken şöyle derlerdi:
لَبَّيْكَ !للهُمَّ لَبَّيْكَ! لَبَّيْكَ! لا شَرِيكَ لَكَ! إلاَّ شَرِيكٌ هُوَ لَكَ! تـَمْلـِكُـهُ و ما مَلـَكَ
Buyur Allah’ım! Buyur! Buyur, senin ortağın yoktur. Bir ortağın varsa o da sana ait*tir; sen ona ve onun sahip olduğuna da maliksin.
(İbnu’l-Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, s. 6.)

Tavaf ederken:
واللاَّتِ و العُزَّى و مَـنـَاةَ الثَّالِثـَةِ الأخْرَى فإنَّهُنَّ الغَرَانِيقُ العُلـَى و إنَّ شـَفـَاعَتـَهُنَّ لـَتـُرْتـَجَى.
Lat, Uzzâ ve üçüncüleri Menât’a yemin ederiz; onlar yüce turnalardır, onların şefaatine elbette ümit bağlanabilir.
(İbnu’l-Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, s. 13.)

O dönemde yaşamış şair Züheyr (ö. Miladi 609)’in bir şiiri:
إلـَى الحَـقِّ تَـقْـوَى اللهِ ما قدْ بَـدَالِـيـا
و لا سابـِقًا شـَيْئاً إذا كانَ جائِيا

بَـدَا لِـيَ أنَّ اللهَ حَـقٌّ فَـزادَنِـي
بدا لِيَ أنِّي لَسْتُ مُدْرِكَ ما مَضَى
Allah’ın varlığı, benim için apaçık bir gerçektir; O’nun korkusu bende var olduğu sürece doğruya ve hakikate olan inancımı pekiştirmektedir. Anladığım hakikat şu ki geçmiş olana ulaşma imkanım olmadığı gibi, gelecek olanın da önüne geçebilmek gibi bir güce sahip değilim.
(Zuheyr b.Ebî Sulmâ, Rabîa’ b. Riyâh el-Muzenî, Dîvân, s. 287)

Hatim et-Tâî (ö. Miladi 578)’nin bir şiiri:
و يُـحْــيـِي العِـظامَ الـبـِـيـضَ وَهْيَ رَمِـيـمُ
أما و الذي يَـعْـلَـمُ الغَـيْـبَ غَـيـْـرَهُ
O.çürümüş bembeyaz olmuş kemikleri diriltecektir. Gaybı O’ndan başka kim bilir ki?
(Hâtim b ‘Abdullâh b. Sa‘d b. el-Haşrec et-Tâ’î, Dîvân, s. 87.)

Müşriklerin ele başı olan meşhur Ümeyye b. Ebi’s-Salt’ın şiiri:
Cehennem tasviri yapıyor;
و عَدْنُ لا يُطالِعُها رَجِـيـمُ
و أعْرَضَ عنْ قَـوا بـِـسِـها الْجَـحِـيمُ
كَـأَنَّ الضَّاحِـيـاتِ لَـها قَـضِـيـمُ

جَـهَنَّمُ تـِـلْكَ لا تُبْقِى بَغِـيًّا
إذا شَـبَّتْ جَـهَنَّمُ ثـُـمَّ فَارَتْ
تـُـحَـشُّ بـِـصَـنْـدَلٍ صُـمٍّ صِـلاَبٍ
O Cehennem, hiçbir suçluya toleranslı davranmaz; Adn cennetine de kovulmuş biri, muttali olamaz. Cehennem, tutuşup alevlendiğinde ve bu şiddetli alevler fırlatmaya başlayınca,
Cehîm bile onun korlarından yüz çevirme zorunda kalma durumundayken sağır, körkütük odunlar bile yakılır; öyle ki ateşe maruz kalan uzuvlar, onun için öğütülmeye hazır bir arpa gibi. (Umeyye b. Ebi’s-Salt, Dîvân, s. 471.)

Cennet tasviri yapıyor;
و قَـمْـحٌ في مَـنابـِـتِـهِ صَرِيمُ
و ماءٌ بارِدٌ عَذْبٌ سَلِمُ
على صُوَرِ الدُّمَى فِـيها سُهُومُ
و مِنْ ذَهَبٍ و عَسْجَدَةٍ كَرِيمُ
و لا غَـوْلٌ و لا فِـيها مُـلِيمُ

فَذَا عَسَلٌ و ذا لَـبَـنٌ و خَـمْرٌ
و تُـفَّاحٌ و رُمَّانٌ و مَوْزٌ
و حُـورٌ لا يَرَيْنَ الشـَّـمْسَ فِـيها
و حُـلُّوا مِنْ أساوِرَ مِنْ لُجَـيْنٍ
و لا لَـغْـوٌ و لا تَأْثِـيمٌ فِـيها
İşte sana bal, süt, şarap, kökünden koparılmış buğday kümesi, elma, nar, muz, soğuk tatlı ve tertemiz su. Orada, içinde okların bulunduğu taş bebekler şeklinde güneş yüzü görmemiş, huriler vardır. O huriler altın, gümüş ve kıymetli incilerden bilezikler takarlar. Yine orada, ne boş söz, ne günah işleme, ne yergi, ne de herhangi bir şeyden gafil olma vardır.
(Umeyye b. Ebi’s-Salt, Dîvân, s. 471.)

En önemli şiiri:
بالخَـيْـرِ صَـبَّـحَـنا رَبـِّي و مَسَّانا
مَـمْـلُوءَةً طَـبَّـقَ الآفاقَ سُـلْـطانا
و بَـيْـنــَما نـَـقْــتَـنِي الأولادَ أفْـنانا
أنْ سوفَ يَـلْـحَـقُ أُخْـرانا بأوْلانا

الحَمْدُ لله مُـمْسانا و مُـصْــبَـحـَنا
رَبُّ الحَـنِـيفَـةِ لمْ تـَـ ــنْـفــَـدْ خَـزائِـنـُـها
بَـيْـنا يُـرَبِّـنا آباؤُنا هَـلَكُوا
و قدْ عَـلِـمْـنا لَو أنَّ الْعـلْـمَ يَـنْفَـعُنا
Bizi sabah ve akşama ulaştıran Allah‘a hamd olsun; çünkü O, sağlık ve esenlik içinde bizi sabah ve akşama kavuşturmuştur. Kuvvet ve kudretinin ufukları çepeçevre kuşattığı Hanif dininin rabbinin dopdolu olan hazineleri, bitmek tükenmek bilmez. Bir süre babalarımız bizi büyütüp beslediler ve ölüp gittiler; sonra biz, kendimizi yok edecek evlatlar ediniriz.
Biz, ilmin kendimize yarar sağlayacağını idrak edebilseydik bizden sonrakilerin, bizden öncekilere kavuşacaklarını da idrak etmiş olurduk.

Umeyye’nin bu şiiri, Hz. Peygamber’e okunduğunda “Şiiri iman etti, kalbi inkar etti.” diğer bir rivayette de ise“Umeyye, ramak kaldı Müslüman olacaktı” demiştir. (Ebu’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî, IV, 130.)

ESKİ MISIR İNANÇLARI VE İSLAMDAKİ BENZERLİKLER

Yahudiler mısırdan eski İsrail topraklarına göç ettiklerinde yanların getirdikleri şeylerden biride eski Mısır inançlarıydı. Bu inançlardan büyük bir kısmı Tevrat’tan, İncil’e, oradan da İslam inancına geçmiştir.

a- Mizan Terazisi

Lokman/16. “yavrum, haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi tartısı olsa da bir kaya içinde veya göklerde yahut yerin dibinde gizlense allah onu getirir, mizanına koyar. Çünkü Allah en ince şeyleri bilen, her şeyden haberi olandır.

İslam inancında ölen kişi Mahşer yerine getirilir ve orada mizan terazisinde günahları ve sevapları tartılır. Alatta eski mısır inancında ölmüş kişinin kalbinin (amellerin) tartılması var.

Eski Mısırlılar hayatın ölümle bittiğine inanmak istemezler, insan son nefesini verdiği anda ruhunun uzun bir yolculuğa çıkıp ölüm Tanrısı Osiris ile yargıçlarının huzuruna vardığını düşünürlerdi. Onlara göre, ölen bir insanın ruhu öteki dünyaya gidiyordu. Diriler ve ölüler ülkesi arasındaki korku ülkesini geçince, büyük yargıcın karşısına, Anubis veya Horus tarafından getirilirdi. Orada bir tören düzenleniyor, bu törende ölenin kalbi tartılıyordu. Bu tören sırasında yeraltı tanrısı Anubis elinde bir terazi tutardı. Ölünün kalbi bu terazinin kefelerinden birine konurdu. Öteki kefede ise adaleti ve doğruluğu ölçebilecek bir tüy bulunurdu. Eğer ölü adil ve dürüst bir yaşam sürmüş ise kefeler dengelenirdi. Eğer kalp tartıda eksik gelirse, yemesi için Ament adlı canavara verilirdi. Bütün bu olup biteni Tanrıların katibi Thoth kayda geçirirdi.

Üstteki Mısır ahiret inancıyla alttaki İslam inancı birbirleriyle neredeyse aynı. Üstte olduğu gibi İslam inancında da tartılma işleminden sonra iyi ameli eksik gelenler cehennem zebanilerine teslim edilir. Alttaki hadiste Muhammed Mizan tartısından bahsetmektedir.

5052 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Ateşi hatırlayıp ağladım, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Niye ağlıyorsun?” diye sordu. Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, Kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?” dedim. “Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar; Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sırat’ın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar.” Ebu Davud, Sünen 28, (4755).

Gene İncil’de Eski mısır inancına benzer bir ahiret, yargılanma biçimi var.

Esinlenme / 21.Bölüm. Ölülerin yargılanması

Ölüler, kitaplarında yaptıklarına bakılarak yargılandılar. Deniz kendisinden olan ölüleri, ölüm ve ölüler diyarıda kendilerinde olan ölüleri teslim ettiler. Her biri yaptıklarına göre yargılandı. Ölüm ve ölüler diyarı, ateş gölüne atıldı. Bu ateş gölü ikinci ölümdür. Adları yaşam kitabında yazılmamış olanların hepsi ateş gölüne atıldı.

B- Mısır’da yaratılış

Heliopolis yaradılış efsanelerine göre, Atum/Ra tek bir erkek tanrı olduğu için, ancak mastürbasyon yolu ile başka varlıkları meydana getirmiştir. Piramit metinlerine göre, Atum/Ra “ erkeklik organını elleri arasına alıp , fışkırtarak ikizleri meydana getirdi : Şu ve Tefnut .”

Kaynak: BAUVAL Robert, GILBERT Adrian, Tanrıların Evi Orion’da ( çev. Belkıs Çorakçı ), Milliyet Yayınları,  İstanbul , 1996 BUDGE E.A.Wallis , Egyptian Magic , Dover Publications , New York , 1971

Kur’an-Tarık/5. İnsan neden yaratıldığına bir baksın!
6. Atılan bir sudan yaratıldı.
7. (o su) sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar.
8. İşte Allah (başlangıçta bu şekilde yarattığı) insanı tekrar yaratmaya da kadirdir.
Nahl/4. 4. O, insanı bir damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan) rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir.

C- Sünnet

Erkeğin sünnet edilmesi de gene eski Mısır- Tevrat kaynaklıdır. Karnak’taki Mut tapınağının kuzey doğu çevre duvarı üzerine işlenmiş bir sünnet ritüelinin gerçekleşme sahnesi ile ilgili bilgileri bize aktaran yazar, bu tapınağın; Mısır’da XXI. veya XXII. hanedanlık dönemine denk düştüğü görüşünde… Tarihlemek gerekirse, bu dönem; MÖ. 1075 / 715 gibi geniş bir aralığa oturtulabilir. Bununla birlikte, yazarın bu makalesi sırasında, ilgili tapınakların tarihlenmesi konusunda henüz detaylı bir çalışma yapılmamış olduğunu da öğreniyoruz. Her şeyden önce, bir erkek çocuk sünnet sahnesi bakımından, buradaki bulguyu öne çıkarmak istedim. Çünkü Akado-sümer kayıtları içinde, bildiğim kadarıyla, günümüzdeki sünnet şekline uygunluk taşıyan, bir bulgu yer almıyor.

Buradaki sünnet sahnesinin, erkek çocuğun cinsel organının tamamen değil, şimdiki gibi, uç kısmının kesildiği bir sahne olduğundan yola çıkıyoruz. Eğer, bu varsayım doğru ise, bunu, açık şekliyle, bir desen haliyle, ilk kez Mısır’da görmüş oluyoruz.

D- Eski Mısırda Dünya’nın konumu ve İslam

HUD/7. O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (resûlüm!): “ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz” desen, kâfır olanlar derhal “bu, açık bır büyüden başka bir şey değildir” derler.

Mısır insanının evren kavrayışında Dünya tepsi biçimindedir. Ortasında verimli bir çukurluk ve çevresinde yüksek dağlar vardır. Bu tepsi suda yüzmektedir. Evrenin ilksel öğesi sudur. Her şey sudan gelir. Tepsinin üstünde göğü saran ve gök kubbeyi tutan hava vardır. Mezopotamyalılara göre evren, Yer, gök ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluşmaktaydı

E- Eski Mısırda Ölüm

Eski mısırda mezarda bulunan cenaze yazılarındaki ölüye ait ruh tasviri Eski Mısır’daki adıyla –ba diğer bir çok yerde görülebilir. Ba bir kuş olarak resmedilmiştir. Fakat bu kuşun başı ölmüş insanın başıdır. Bu kuşun pençeleri shen biçimindedir ve sonsuzluğu temsil eder.(bknz. İsa yazmaları. Mısırın gizemi bölümü) İslam inancında Mısır inancındaki gibi yeniden dirilme mevcuttur ve alttaki Buhari hadisi ile üstteki Eski Mısır inanışında benzerlik var.

5017 – Ka’b İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mü’minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir.”Muvatta, Cenaiz 49, (1, 240); Nesai, Cenaiz 117, (4, 108); İbnu Mace, Zühd 32, (4271).

Mısır piramitlerinde “Ey kral; yola ölü olarak değil, canlı olarak çıktın” yazar. Bunun anlamı ölen bir insanın aslında ölümle gerçek aslına kavuştuğuna, ölümle aslında dirildiğine inanılırdı. Bazı İslam sufi öğrenciler ölen alimlerinin kabri başında onlara rabıta yaparak ders ve feyz aldıklarını iddia ederler bknz. Tarikatta rabıta. Ferit Aydın. İslam inancında yine aynı inanç mevcuttur özellikle İslam sufizminde ölen kişinin ruhu öldükten sonra kınından çıkmış kılıç gibi iş göreceğine inananlar bulunur ve ölüm gerçeğe uyanıştır.

F- Güneş denizden doğup deniz de mi batar?

Eski Mısır inancında tanrı Ra yani güneş, her sabah sudan doğar ve her akşam suda batar güneşin battığı yerde tanrı Ra’yı bekleyen bir canavar olduğu inancı Eski Mısırda mevcuttur. Muhammed ticaretle uğraştığı için Arap yarım adasının çeşitli yerlerine kervanlarla iş seyahatleri düzenlerdi. Muhammed gittiği yerlerde değişik dinden, kültürden insanlarla karşılaşır sohbet ederdi, üstteki efsanevi inançla Muhammed’in kurana koyduğu güneş tespiti benzer nitelikte olup Muhammedin kitabına koyduğu teorilerin başka kültürlerden alınma olma ihtimali gittikçe kuvvetlenmektedir. Alttaki ayette zülkarneyn’in güneşin battığı yere gittiğini anlatır ki; Zülkarneyn aslında kral 2. İskender’dir ve (sekonder) büyük İskender lakabıyla meşhur olup Araplara Zülkarneyn adıyla geçmiştir ve peygamber değil bir putperest kraldır.

Kur’an-Kehf/86. Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik. (zavallılar, güneşin denizde battığını zannediyorlardı)

Akheneton’un bir şiiri Kur’an ayetlerine ne kadarda çok benziyor sanki aynı gibiler öyle değil mi!..

Tanrı uludur, birdir, tektir.
Ondan başkası yoktur.
Bir tanedir,
O’dur her varlığı yaratan
Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh…
Ta başlangıçta vardı Tanrı,
Tek varlıktı o.
Hiç birşey yokken o vardı.
Herşeyi o yarattı (…)
Ezelden beri süregelen varlığı,
Ebediyete kadar sürecek,
Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman.

Son olarak Müslümanların en büyük korkusu olan cehennemden bahsedeceğim.

Cehennem sözcüğü İbranicedeki “Ge-Hinnom” sözcüğünden gelir. “Ge” sözcüğünün anlamı “Vadi”dir. “Hinnom” sözcüğü ise isimdir. Buna göre Ge-Hinnom sözcüğünün karşılığı “Hinnom Vadisi”dir. Ge-Hinnom, Ge-Ben-Hinnom’un kısaltılmış şeklidir. Hinnom Vadisi’nin bulunduğu yer coğrafi olarak Kudüs’ün güney ve güney batısıdır. Cehennem, öldükten sonra günahkarların gideceğine inanılan yerdir. Peki bu sözcüğün kökeni nereden gelmekte? Kutsal kitaplarda geçen bu sözcük gerçekte ne manaya gelir? Bu sözcük bir benzetmeden mi ibarettir?

İbranice’deki ”ge-hinnom” sözcüğünün Yunancası: “gehenna”dır. Cehennem sözcüğü bir birleşik isimdir. Buradaki ”ge” sözcüğünün anlamı ”vadi” dir. Tevrat’tan sonra İncil’de ortaya çıkan, Kudüs’de bulunan, “Cehennem” = “Hinnom Vadisi” denilen yerdir. Bu vadi, eski İsrail’de Kenan dininden olanların çocuklarını Baal ve Molek adlı tanrılara (putlara) ateşe atarak kurban ettikleri yerdir. İlerdeki dönemlerde putperest ayinler için kullanılmıştır. Daha sonra Hinnom Vadisi çöplerin, idam edilen suçluların cesetlerinin yakıldığı, hayvan leşlerinin kükürt katılarak kül olmaları için atıldığı yerdir. Zaten Hristiyan inancında cehennemin kokusunun kükürt (sülfür) kokusu şeklinde olduğu inancı da buradan gelmektedir. Bu vadide ateşe verilen çöp ve cesetler, çok yüksek sıcaklıklara kadar ulaşarak yanmaktaydı.

Hz. İsa ve havarileri cahil kitleleri sindirmek, Tanrı’ya inandırmak için, o zamanlarda yaşayan herkesin bildiği ve gördüğü bu yeri ”sembolik” olarak kullanmışlar, “ge-hinnom-gehanna-cehennem”: zamanla ölümden sonra insanların gideceği bir yere dönüşmüştür. Yani cehennem kelimesi bir metafordur, yani bir mecazdır. Öldükten sonra günahkarların gideceğine inanılan cehennem, Hinnom Vadisi’ne benzetilerek tarif edilmeye çalışılmıştır.

Ave Ate Maledictum

Editör (CMD)
Editör (CMD)http://www.felsefehayat.net
Yazılarını Mavi Melek Edebiyat Topluluğu, Düşünbil gibi dergilerde yayınlama fırsatı buldu. FOL Kitap öncülüğünde bazı kitapların hazırlanmasında görev aldı. Bu kitaplardan bazıları "Sorunsallıkta Yaşamak", Jan Patočka, Plotinos, "Tanrı, Ruh ve Mit", Henri Bergson. 2009 yılından bu yana felsefehayat.net'in (kurucu) editörlüğünü sürdürmektedir.

7 YORUMLAR

  1. Dinlerin yüzyılardır , hangi doğa olaylarından etkilendikleri ve günümüze gelene kadar ki sembolik ögeleri nerelerden aldıklarını “zeitgeist” belgesellerinden “din” bölümlerini dikkatle incelemelerini ve yazıyla olan paralellği daha iyi kurmalarını öneririm…

  2. Hani uyudugunda ruhun bedenini terk eder ya ama bedenin yani vücudun tek parca olarak bozulmadan kalir ya taaaki ruh geri dönüp vücuduna tekrar girinceye kadar o et parcasi kemik yigini cesedine bir sey olmaz hasar görmez dogrumu, bunda hem fikirmiyiz?
    İslamda kabir azabi vardir ve gercektir, baskalarinin itiraz etmesi gercegi degistirmez. Peki bu azap kabirde nasil yapilir? Hani uykuda olan vücud ceset gibi bir sey hissetmezken, rüya aleminde cok korkunc yaratiklarla savasan eziyet ceken, saw filmindeki deneklerin yerinde kurban olarak bulunup iskence gören, kaynar suda pisirilen, üzerinden araba gecerek ezilen, yüksekten atilan, bicakla delik desik edilen yada yakinlarini akrabalarini tarifi cok zor iskence hallerinde gören, karabasanlar basmasi gibi vs. vs. vs…. kabus dolu rüyalardan hani hemen uyaniveririzde; oh be sadece rüya imis deriz ya ve o anda vücudumuza bakar organlarimizi kontrol ederiz ya emin olmak icin, iste kabirdede azap görecek olan ruhtur. Bir haber cikmisti tv´de, kesin tarih tam aklimda degil, insanin birisi hristiyanmis, ölmüs ve gömülmüs, aradan 2 ay gecmis, mezari acilmis, savcilik dna örnegi alacakmis vs. ve tabi ölü olan kisinin akrabalari ayni ilk gömdükleri gün gibi bulmuslar cenazeyi.

    Ve hiperaktif tiplerden biri bu soruyu yorumunda sormustu o gün o haberle ilgili, hani kabir azabi vardi, bak bu insan hristiyan idi ama cesedinin ütüsü dahi bozulmamis ama siz islamda kabir azabi var diye milleti kandiriyorsunuz namaz-oruc-hac-zekat-kelimeyi tevhid, kul hakki vs. gibi amelleri yapmadigi icin, birakin bu bos isleri gecin bu ayaklari gibi vs. vs. vs. nutuklar atmistida ordada yazmistim aynen bu konuyu; Azap gören ceset olan vücud degil, ruh´tur diye ayni rüya alemindeki gibi. Tabi ilmi bilgisizligi yeteri kadar olmadigindan bu yorumuma anti yorum yapamamisti ve öylece kaldi. Tabi Cehennemde hem ruh hem ceset ic ice olacagi icin ayni bu dünyadaki gibi orada ruh icin rüya alemi tasviri kabuslarla iskence yapilmiyacak direk bedene yapilacak ve simdi nasil parmagimiza bir igne batsa acir ayni öyle her iskencenin acisini hissedecez, isine gelen bunu kendine rahmet olarak döndürebilir elbetteki secim hakkinda serbest yani zorlama yok dinde oldugu gibi.

  3. Kuran’da her konu ayrı ayrı çok yüzeysel çeşitli surelerdeki ayetlere dağılmış ve birbirlerine bağlantısız olarak yazılmış. diyorsun sana özel ısmarlama kitap indirilsin ..fihristi olan konu başlıkları olan okuduğun kitapların şekline benzeyen, hatta istediğin konuları olayları tarzınıda söyle beyefendi…bu eleştirimi şimdi..bilmem birbirine bağlantısızmış sen o muhteşem bağlandıları bilecek çap varmı?

  4. sümerlerede ilahi din gelmiştir. peygamber gönderilmiştir. insan bu yine kendi çabaları ile dini değiştirmiştir. bozmuştur mesele bundan ibaret…

  5. “kuran baştan başa çelişkilerle doludur ki o çelişkileri burada yazarak kirlilik yaratmak istemiyorum” “eğer isterseniz tüm nokta nokta tüm ayrıntılara kadar yayınlayabilirim” bu iki cümlen ile ne kadar çelişkili bir düşünce yapısında olduğun dahi aşikarken neyi aydınlatacaksın anlayamadık. sen şu yazdığın cümleyi bir daha okuda önce o çelişkiyi bir düzelt dostum. kusura bakma doğruya doğru editor

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR