İnsan, hayatta yaşamış olduğu evreleri biçimlendirerek yaradılışını anlamlandırmak isteyen bir varlıktır. Bazı insanlar bu durumun karşısında bir şey yapmamayı tercih ederken bazıları felsefe, sanat ve bilimle kendilerinde açığa çıkarabilecekleri bilgileri edinip, yaşayışın devinimine direnç sağlarlar. Yaşam için temel bir nicelik olan devinimin olmadığı yerde dönüşüm olamaz. İnsanlar da bu yüzden yaşamları boyunca devinimin bir parçası olma gereğinde bulunarak hayata katkı sağlamayı amaçlamışlardır.
İnsanın düşüncelerini yansıtmakta temel aracılardan biri olarak sanat, bu noktada yaşamı anlamlandırmak ve yaşamla bütün kalabilmek için uygun bir dışavurumdur. Örneğin, herhangi bir sanat eseri nasıl olursa olsun iki zihni birbiriyle temas ettirebilecek nitelikte güçlü bir üründür. Özetle, gerçekten var olduğunu ve hayatta bir yeri olduğunu fark eden insan, yaşamın temeli olan doğadan kopmamış olup kendi içine dönerek, ona bahşedilmiş aracılarla kendiliğini arayabilme cesareti göstermiş insandır.
İnsanın varoluş evresinde kendini bilmesi adına; kimlik, kişilik ve kendilik olmak üzere üç farklı ben tabakası vardır. Kimlik, yaşadığımız toplumla “Ben’i” bağlayıp “Biz” kavramını oluşturan bir potansiyeldir. Toplumu diri ve bir arada tutmak için oluşan kimlikler her zaman beraberlik oluşturarak gruplandırmayı pekiştirir. Kişilik kavramına gelinecek olursa; kişilik, bireyin kendini ait hissettiği kimliğin adeta bir benlik süzgecinden geçmiş halidir. Bu boyutta birey artık toplum içindeki kalıplarından sıyrılarak daha çok kendi deneyimlerinden yola çıkarak oluşturmuş olduğu profili ile baş başadır. ‘Kendinde olma’, ‘kendiliğine varma’ hali ise artık kişinin kimliğiyle zıt duruma düştüğü haldir. Bu noktada toplumun oluşturduğu kalıplar tamamen eriyerek birey kendisine döner ve içinde bulunduğu doğayı içinde uyarlayarak yaşamın döngüsünde kaybolmamayı öğrenir.
Tarihte de görüldüğü üzere, insanın ben katmanlarını keşfetmesi için her zaman dışarıya dönmesi ve temel aracıları kullanarak üretmesi gerekmiştir. İçinde bulunduğumuz doğaya, odaklanarak oradaki döngüyü kendisine uyarlayabilen insan, zamanla bu durumu tersine döndürerek örnek alması gereken sisteme müdahale etmeye başlamıştır. Hayata gelişinin sebebini unutmuş olan insan, dünyayla kurabileceği mutualist ilişkiyi artık parazitleştirerek içi boşaltılmış hayat döngüsünde seyir alır. Teknolojinin gelişiminde ilerleyen yapay dünya, insanı adeta esir alarak amaçlarının içini boşaltmış ve fark edilmesi gerekilen yaşam döngüsünü değersizleştirmiştir.
Hangi dönemde olursak olalım, aklın bahşedilmiş olduğu her varlık kendini, yapay bir simülasyondan mümkün olduğunca arındırıp yaşamın döngüsüne odaklayabilir. Yaşamın getirdiği şartların zorluğuyla akıl melekesini açan ve geliştiren insan, odaklanmasını doğru yönde ilerlettiği sürece içinde bulunduğu doğadan anlamlar çıkarır, benliğini değerli kılar.
Selin Yıldız
Brilliant correlation between art and what makes us human. Reminds me of this Jordan Peterson quote:
“Life is suffering
Love is the desire to see unnecessary suffering ameliorated
Truth is the handmaiden of love
Dialogue is the pathway to truth
Humility is recognition of personal insufficiency and the willingness to learn
To learn is to die voluntarily and be born again, in great ways and small
So speech must be untrammeled
So that dialogue can take place
So that we can all humbly learn
So that truth can serve love
So that suffering can be ameliorated”
You are absolutely right. What you say is very appropriate for philosophy.
What you’re talking about sounds like a typical definition of philosophy.
Unique approach. Art and human have a special connection between eachother, only after a couple of realisations as you shared as a quote, we have ability to see.