Kendine dair son kozunu aşkın masasında kaybetmiş, yüreğini borca sokmuş bir adam yürüyor sokaklarda. Elleri boş ceplerini yokluyor, bir şey aramadan fakat bulabilme ümidini yitirmeden. Islık çalıyor yağmur eşliğinde, bir ayrılık türküsü fısıldıyor rüzgarın kulağına.
Biraz pişman, biraz yorgun, fazlaca yenik, bir banka uzanıyor. Yıldızları sayıyor, iki haneli sayılara gelmeden yorulup bırakıyor her seferinde. Gözlerini kapatıp vazgeçiyor sabahlardan, an’a ait kalmayı diliyor yalnız ve yalnızca.
Banka bakan apartmanda bir kadın ağlıyor. Beğenilmek için seviyor, sevdikçe itiliyor. Güzelliğinden şüpheli, kıyaslana kıyaslana değerini yitirmiş, tüketilmiş. Sıradanlaştırılmışlığından sıyrılmak için kan kırmızısı bir ağıt yayıyor dudaklarına. Sigarasının filtresine değdiriyor hüznünü, kül tablasına bırakıyor. Uyandığında kim olduğunu hatırlayamayacağı bir adama soyunuyor ve söndürüyor ruhunun tüm ışıklarını.
Sokak lambaları, sahibini yitirmiş, şahitlik yapıyorlar karanlığın gizli bıraktıklarına. Arabalara göz kırpıyor, fahişeliğe soyunuyorlar ait olabilme umuduyla. Hiç kimsenin ve herkesin olmaktan bıkkın, gece mesaisinden bitkin; sarhoşları kandırıyorlar ay ışığı kılığında.
Bir köpek, renklerini yitirmiş, koşuşturuyor amaçsızca. Gökkuşağından habersiz, sadakatini sunuyor siyaha ve beyaza. Bankta uyuyan adama bakıyor, amansız bir griye tutuluyor ve sessizce uzaklaşıyor adamın gölgesinden.
Gözlerinde masallar, çocuklar uyuyor yataklarında. Bu şehirde kim neyi yitirdiyse topluyorlar rüyalarına. Onlar, bir tek onlar uyanabiliyor gerçek sabahlara ve bir tek onlar biliyor gecenin oynadığı en masum oyunların kurallarını.
Ezgi Özen